_

04 October 2015

KAZA GELİYORUM DEMEZ...

     
Eşimle ayrıldıktan yaklaşık yedi ay kadar sonra, ben ve kızım bir cumartesi günü evde otururken bir telefon aldık. Eşimin bir yakını eşime araba çarptığını söyledi.

       Kızım ve ben hemen hastaneye gittik. Ben arabadan inip hastaneye bile giremedim. Öylece kaldım arabada. 
Kızım ve hemen hastaneye gelen oğlum doktorlarla konuşup, babalarıyla görüşüp bana haber veriyorlardı.
Ama ben, arabadan çıkıp, eski eşimin yanına gidemiyordum.
Kafamda binlerce düşünce vardı.

''Ya ölürse, ya şu an öldüyse, ya çocuklarım babasız kalırsa?''

       Beyin kanaması geçirdiğini ve hayati tehlikesi olduğunu öğrenince ne yapacağımızı şaşırmıştık. O anda aklımdan geçenler, çocuklarımın hastane ve bahçesindeki koşuşturmaları tam bir kabus gibiydi. Ne yapacağımı şaşırmış bir durumdaydım. Oğlumun babasını sedye ile tomografiye götürmesini, kızımın gözlerime bakışını hayatım boyunca unutamam.

       Çocuklarımın da benim gibi babasız kalabileceğini düşündükçe çıldırıyordum. Bildiğim tüm duaları okuyor ve sadece çocuklarımın gözlerine bakıyordum.

       Bir ara  kızıma;  
'' Merak etme baban çok güçlüdür. Seni ve ağabeyini çok seviyor. Sizleri bırakmayacak'' dedim.

      İki ay boyunca koşuşturmayla geçen  yoğun bakım günleri sonunda hafıza kaybı kesinleşti.

      32 yıllık eşim beni ve çocuklarını tanımıyor, boş bakıyor, gördüğü kim olursa olsun, herkese ama herkese sadece kızımızın adı olan olan ''Bahar'' diye  sesleniyordu.

       Uzun bir süre eski eşim ve çocuklarım her pazar bana geliyorlar, babalarına bazı şeyleri hatırlamada yardımcı oluyorlardı .Eski eşimle'' isim şehir'' oynayıp, kelimeleri doğru kullanması için ona yardımcı oluyorduk.

       Düşünüyorum da insan hayatı bir saniyede nasıl değişiyor.

       Kazanın üzerinden bir yıl geçti, Eski eşim sağlığına kavuştu. Beyinde olan bir kanamanın, bir insanın karakterini değiştirebileceğini bilmiyordum.

       Evliliğimiz süresince pek konuşmayan eşim, kazadan sonra çok konuşan, içi dışında biri oldu.
       Hayat sen nelere kadirsin...

     

15 September 2015

ANNE VE BABAMIN YOKLUĞUNU EN ÇOK HİSSETTİĞİM AKŞAM...

     
 Anne ve babamızı kaybettikten sonra, ablalarımla birlikte alt üst olan hayatımızı düzene
koymaya çalışıyorduk. Ben henüz çok küçük olduğum için bu ağır yükü ablalarım üstlenmişti. Onlar yatılı okulda okudukları için benim durumum belirsizdi.
     
            Anne ve babamız vefat edince, kiralık olan evimizden çıkmak ve tüm eşyaları dağıtmak zorunda kalmıştık. Yani bir evimiz yoktu.  Benim okuluma devam edebilmem, barınmam ve karnımı doyurabilmem için bir çözüm bulmaları gerekiyordu. İlkokul öğrencisi olarak onların yanında, yatılı okulda da kalamazdım.

          Ablalarım bir yandan çalışarak, yaza kadar para biriktirip ev tutma planı yaptılar. O zamana
dek benim başımı sokabileceğim ev olarak da, dayımın evinde karar kılmışlardı.

Dayıma, yaz tatilinde ev tutacaklarını ve okullar kapanınca beni onun yanından alacakları sözünü verdiler. Artık kısa bir süre için bile olsa, ablalarımdan ayrı, dayımın yanında yaşamaya başlamıştım.


       


       Annemin öz ağabeyi...
       Öz dayım.
       İnsan müsveddesi.

      Dayımın  iki oğlu vardı.  Büyük oğlu benim yaşıtım, küçük ise bizden iki yaş küçüktü. Her sabah onlarla birlikte okuluma gidiyordum.  Gece gündüz aklımın bir köşesinde ablalarımın bana ettiği tembihler vardı.

''Uslu bir kız ol. Dayını kızdırma. Yengeni üzme. Kuzenlerinle iyi geçin. Derslerine iyi çalış. Sakın yaramazlık, şımarıklık yapma. Okullar kapanınca seni alacağız.'' 


Benim denizim annem, babam ve ablalarımdı. Ben o sevgi denizinin içinde, hoplayıp zıplayan, türlü maskaralıklar yapıp evin neşe kaynağı olan  minicik bir balıktım. Tatlı yaramazlıklar yapmaya ve
sevgiyle şımartılmaya alışık bir çocuktum.
Ama artık beni şımartacak ve çocuksu yaramazlıklarıma göz yumacak  kimsem yoktu. Hiç kimsem yoktu.
Sevgi denizinden çıkmış, minik bir balıktım artık.
Dayımın evinde karaya vurmuştum.


Dayım çok içki içiyordu. İçki içince çok bağırırdı. Kuzenlerimle birlikte korkuyla saklanacak yer arardık. Tüm bunlar  kısacık hayatımda hiç şahit olmadığım, hiç alışmadığım ev halleriydi. İçkili olduğu zamanlarda, evde daha da sessiz olmaya gayret gösteriyordum. Çünkü ondan çok korkuyordum.

 Öyle ki dayımın sarhoş olduğu akşamlarda, yengemin bile ondan korktuğunu ve çekindiğini hatırlıyorum. Huzursuzluk dolu bu evde, dayımdan en uzak bir köşeye  usulca siner, korkudan dudaklarımı ısırarak, ablalarımın bana söylediği sözleri düşünürdüm,
- 'Uslu ol. Sessiz ol. Seni okullar kapanınca alacağız.'


Bir dua gibi tekrarlayıp duruyordum bu sözleri.
Bundan başka bir dua edemiyordum ki. Çünkü başka bir isteğim yoktu.

''Annem ve babam yeniden canlansın '' diye dua etsem, kabul olmayacaktı. Ne kadar dua edersem edeyim, onlar bir daha asla  geri gelmeyeceklerdi. Bunu bilecek kadar büyüktüm.
Ablalarıma yeniden kavuşmaktan başka bir isteğim yoktu.

                 Bir gün okuldan gelmiştim. Sessizce çantamı yere koydum. Hayalet gibi süzülerek, varlığımı hissettirmemek istercesine önlüğümü çıkarmak için bir köşeye giderken, dayımın sesiyle irkildim.

Sinirli bir şekilde ismimi haykırdı. Elimi ayağımı nereye koyacağımı şaşırdım. Dayım tekrar ismimi haykırdı.

-'Gel buraya' dedi.

 Kuzenlerim ve yengem bir kenardan beni izliyordu. Yardım istercesine onlara baktım. Yengemin bakışlarını benden kaçırdığını gördüm. Çaresizce dayımın yanına gittim.
Elime naylon bir poşet verdi.

-'Git bu evden! dedi.

Neden evden gitmemi istiyordu ki dayım?
Hep ablalarımın dediği gibi sessiz ve uslu bir kız olmuştum. Evde varlığım ve yokluğum belli bile değildi. Hiç sesimi çıkarmıyordum. Tabağımdaki yemeği bitiriyordum. Yengeme yardım ediyordum. Derslerime çalışıyordum.

Geçen gün sözlüde öğretmenimin sorduğu bir soruya doğru cevap verememiştim. Acaba dayım onu mu duyup, benim bu akşam evden gitmemi istiyordu? Yıllar sonra dayımın neden beni o akşam evden kovduğunu öğrenecektim.

Elimde  naylon poşetimle evden çıktım. Belki vazgeçer de, beni yollamaz diye dayıma baktım.

Keskin bir demir parçası gibi acıtan bir sesle;

-' Çabuk git bu evden!  Sana ablaların baksın !'  bağırdı. 

'Ama daha okullar kapanmadı ki ' diye mırıldandım evden çıkarken.

Ben kapıdan çıkarken yengemin ne yaptığını hatırlamıyorum. Belki dokuz yaşındaki öksüz ve yetim bir çocuk, akşam vakti evinden kovuluyor diye benim ardımdan  ağlamıştır. Belki de arkamdan ağlamış olduğuna inanmak istediğimden böyle düşünüyorumdur. Onun da iki evladı vardı çünkü. Benim halimi en çok bir annenin anlayabileceğini düşündüğümdendir belki.

 
 Ablalarım İzmir Kız Lisesi'nde yatılı okuyorlardı. Dayımın evi ve ablalarımın okulu arası çok uzaktı.  Belediye otobüsü ile gidersem  dokuz-on durak gitmem gerekiyordu. Ama param yoktu. Para yerine, naylon bir poşet içerisinde sadece  pazen pijamalarım vardı. Mecburen o yolu yürümeye başladım.

Hava iyice kararmış, sokaklarda insanlar azalmıştı. Yol bir türlü bitmiyordu. Yolda  karşılaştığım insanlar, bu saatte nereye gittiğimi soruyorlardı. Korkudan kimseyle konuşmuyor, önüme bakarak kaçarcasına onlardan uzaklaşıyordum. Çünkü ablalarım bana her zaman;
-''Asla tanımadığın insanlarla konuşma'' diye tembih etmişti.
Gerçi dayımı tanıyordum ama...

Yol boyunca anne ve babama beni neden bıraktıklarını sorduğumu hatırlıyorum. Hem yürüyüp, hem de onlara soru soruyordum;
-'Neden gittiniz ki?'
-'Nereye gittiniz ki?'
-'Bir daha hiç gelmeyeceksiniz değil mi?'
-'Niye ki?'
-'Neden gittiniz ki sanki?'

O gece annem ve babamı yanımda olmaları için lafa tutmasaydım, o uzun ve karanlık yollar benim için çok tehlikeli olabilirdi. Neyse ki onlar yol boyu hep yanımdaydı.

Bir an önce ablalarıma ulaşmalıydım. Çünkü onlar beni şefkatle sarıp sarmalardı. Onlar beni tüm
kötülüklerden ve akşamın karanlığından korurlardı. Benim  artık bir annem yoktu ama üç tane küçük annem vardı.
Annelerime ulaşmak ve beni bir daha o eve göndermesinler diye yalvarmak için adımlarımı daha da hızlandırdım.

İki saatlik bir yürüyüşün sonunda ablalarımın okuluna gelmiştim. Yorgunluktan bitkin düşmüştüm. Yatılı okulun kapısındaki,  daha önceden tanıdığım güvenlik görevlisi ağabeye sarıldım ve ağlamaya başladım. Hemen anons edip, ablamı çağırdılar, Beni içeri aldılar ve kaçak olarak o gece okulda kaldım.
 
Kalbim kırıktı,
Ayaklarım saatlerce yürümekten acılar içindeydi.
Geçtiğim karanlık ve bomboş sokaklarda yaşadığım korku yüzünden, minik kalbimin pır pırlanması  yeni yeni geçiyordu.
Ama ablalarımın koynundaydım.

Başarmıştım.
Küçük annelerime ulaşmıştım.
Onların kokusuyla uykuya daldım.
Rüyamda annem ve babam yanımdaydı...






YENİ SEVGİLİM...

   
Bir kaç gündür işten eve gelirken heyecanlanıyorum, mutlu oluyorum. 
Uzun bir süredir yalnız yaşadığım eve gelirken hiç bu kadar mutlu olmamıştım. Sanki beni evde bekleyen birileri var.
      Sonunda buldum bu mutluluğun sebebini:
      Evimde beni bekleyen anılarım ve hayallerim var. 

BEN YENİ BİR SEVGİLİ BULDUM DOSTLAR!
YAZMAK...YAZMAK...YAZMAK... 

KOMŞU TEYZE


Dört kardeş bir ev kiralamıştık. Babamın arkadaşlarının da yardımıyla, çocukluğumun geçtiği evden ayrılmış, şirin bir apartman dairesine yerleşmiştik. Ev ne kadar güzel olursa olsun, ben arkadaşlarımı özlüyordum.
 En büyük ablam onsekiz yaşında olduğundan üç küçük kardeşinin vasisi olmuştu bu yaşında.

      Doğal olarak otorite büyük ablamda olduğu için evde iş bölümü yapmıştı:
   
      Onun bir küçüğü olan ablam yemek işlerinden sorumluydu.
      Benim bir büyüğüm temizlik işlerinden sorumluydu.
      Ben de bakkal işleri sorumlusu. 

      Bu iş bölümü şimdi çok komik geliyor ama o zaman bu görevlerimizi öyle ciddiye alıyorduk ki, belki de bu yüzden, kimsesizliğimize direndik ve   ayakta kalmayı başardık.

   Ablalarım bir yaz tatilinde,  İzmir Fuarında iş bulup çalışmaya başlamışlardı. Para kazanmaları gerekiyordu. Fuar süresince, hemen hemen bir ay boyunca gece çalışacaklardı. Bu yüzden geceleri kapıyı  sıkı sıkı kapatıp, kimseye açmamam için beni tembihliyorlardı. Hatta kapıyı üstümden kitleyip öyle gidiyorlardı işe. Gece evde tek başına on yaşında bir kız çocuğu...
Korkuyordum ama ablalarıma hiç bir zaman söylemedim korktuğumu...

   Akşam onlar işe gittikten sonra ben balkonda oturuyordum. Hiç eve giremiyordum. Yaz olduğundan İzmir çok sıcak olduğu için, hemen herkes balkonda otururdu. Karşı apartmanda oturan yaşlı bir teyzenin her gece balkonda geç saate kadar oturduğunu fark etmiştim. Bir ay süreyle her gece o teyze ile göz temasındaydık. 
Birbirimizi hiç tanımıyorduk ama bir o kadar da tanıyorduk sanki. Onun balkonda olması bana güç veriyordu. Uzaktan bakışları ile beni koruyordu sanki...

    BİRİSİ SİZİ SADECE GÖZLERİYLE KORUDU MU?



14 September 2015

SARIMSAK DOYURUCUDUR...

         Yazmaya başladıktan sonra çocukluğumu daha çok düşünmeye başladım. Unutmamalıyız değil mi çocuk olduğumuz o günleri? Zaten istesek de unutulmuyor ki.

Hatırladıkça gülümsediğim bir anım  geldi bugün aklıma . Çocukluk yıllarımdan kopup gelen bu anımı, bugünüme not düşmek  isterim.


          Anne ve babamızı kaybettikten sonra dört kız kardeş bir evde kalıyorduk. En büyüğümüz onsekiz, en küçüğümüz, yani ben dokuz yaşındaydım. 


Evde her zaman yemek sorunu yaşanıyordu. Çünkü hepimiz okula gidiyorduk ve annemiz yoktu.


Okuldan aç geldiğim bir gün ablama; 

''-Yemek için bir şeyler var mı?'' 
diye sordum. Ablam da bana;
''-Mutfakta ne bulursan''  cevabını verdi. 


          Mutfakta bulduğum, bir baş sarımsak ve bir parça ekmeği alıp, masaya oturdum. Ekmekten bir lokma koparıp, içine bir diş sarımsağı gömüyor ve hoop ağzıma atıyordum. Kısa bir sürede bir baş sarımsağı yemiştim. Küçük ablam mutfağa gelip beni bu halde görünce çok kızıp;

 '' Bu kadar çok sarımsak yenir mi? '' diye bağırdı.


Onun bu kızgınlığına anlam verememiştim. Ağzımda içinde bir diş sarımsak gömülü ekmek lokmasıyla, yarım yamalak konuşmaya çalıştım.


''Niye ki? Ablam mutfakta ne bulursan ye dedi. Ben de sarımsak  buldum'' dedim yutkunmaya korkarak. 


'' Ne bulursan ye dedi diye bir demet sarımsak yenir mi?'' dedi hiddetle.

Ağzımdaki lokmayı güçlükle yuttum. Korkumdan dişlerimi nasıl sıktıysam, sarımsak tadı tüm ağzımı kaplamıştı. Dilim damağım yanıyordu. 


''Niye ki? '' dedim.

Ablam sinirle;
''Niyesi var mı? Tansiyonun düşecek'' dedi.

Gözlerim, sarımsağın ağzımı ele geçiren acısıyla dolu dolu olmuştu.  Defalarca yutkunup, korkuyla ;


''Ablacım tansiyonu ben düşürmem. Düşürmeyeceğim söz  ablacım. '' dedim.


Bilmiyordum ki tansiyon nedir? Afacan bir çocuktum. Evin de en küçüğü olduğum için, oyun oynarken evde sürekli birşeyler düşürüp, kırıp döküyordum. Haliyle ablalarım da bana kızıyordu.

Ben ne bileyim? Ablam öyle kızınca, tansiyonu da yere düşüp, kırılan bir şey sanmıştım.
Ablam önümdeki içleri boşalmış sarımsak kabuklarını hışımla toplarken;

'' Bu kadar çok sarımsak yediğin için, tansiyonun düşecek ve bu gece öleceksin'' dedi.


Masadaki sarımsak kabuklarını ve ekmek kırıntılarını önümden toparlayıp, çöpe attı. Mutfaktan çıktı gitti.

Arkasından bakakaldım. Ablamın dediğine göre çok sarımsak yediğim için  bu gece ölecektim. Çünkü tansiyonum düşecekti. Benim bir tansiyonum mu vardı?  Acaba çok sarımsak yedim diye tansiyonum yere düşüp kırılacak ve ben ölecek miydim?

Saçları tülermiş oyuncak bir bebeğim vardı, kırmızı pabuçlarım da vardı, bir tarafı pembe, bir tarafı mavi battaniyem de vardı. Ama tansiyonumun olduğunu hiç bilmiyordum ki. Acaba tansiyon neydi? 

Ablam ''Öleceksin'' dediğine göre demek ki, tansiyon içimde bir yerlerdeydi.


        Mutfaktan çıkıp, yavaş adımlarla yatağıma gittim. Hızlı hareket edersem tansiyonumun yere  düşüp kırılacağından  ve öleceğimden korkuyordum. 

Sabaha kadar, bütün geceyi  uykumdan uyanıp, ''öldüm mü?'' diye kendimi kontrol ederek geçirdim. Uyanıp sağıma soluma bakıyordum, yatağa düşen bir şey var mı diye. Nefes alıp almadığıma bakıyordum. Derin derin nefes alıp verip, yaşadığımdan  emin olmak istiyordum. Sonra kalbimi dinliyordum. 

Kalbim atıyordu. Kalp atışlarımı duyunca rahatlayıp tekrar uykuya dalıyordum. Sonra tekrar korkuyla uyanıp, yine kendimi kontrol ediyordum. 

          Sağ salim sabaha ulaşınca, ilk işim küçük ablamın karşısına geçip;
 ''- Ölmedim ki!...Ölmedim ki!... '' diye dans etmek olmuştu. 
Ablam dün gece bana söylediklerini unutmuş, şaşkınlıkla beni izliyordu. Gözlerini ovuşturarak;

''Ne ölmesi ya?'' dedi.

Küçük ablamın yanına sokulup, yüzüne nefesimi üfledim;
''Hohh! Bak işte. Nefes alıyorum. Kalbim de atıyor. Bak dinle. Tik tak, tik tak. Ölmedim işte, ölmedim'' dedim. 

''Offff! Uzak dur benden. Çok fena sarımsak kokuyorsun'' diye söylendi küçük ablam.


Dans ederek ablamın yanından uzaklaştım. Çok mutluydum. 

Ölmemiştim.

          
          Sarımsak gördüğünüzde kimsenin aklına böyle güzel bir anı gelmez sanırım...
          Canım ablalarım, birlikte yaşadığımız o minik evi unutamıyorum. 
          Ne kadar da mutluyduk...
          Evimizde her şey azdı.Ama sevgi çoktu. Dört güzel sevgi dolu yürek...

          
           

13 September 2015

YORULMAK...

   

Anılar yorar mı insanı?
Her insanın taşıyabileceği yük aynı mı?
Gençlikte mi taşınır bu yükler?
Sevgi hafifletir mi yüklerimizi?
Zaman gerçekten her şeyin ilacı mı?
Bunların cevabını bilmiyorum, bildiğim tek şey yorgun olduğum...

ANNE SANA SESLENİYORUM...

     

       Anne ve babamızın tek amacı bizlerin iyi bir eğitim alması olmuş. Altmışlı yıllarda,  Türkiye'nin kendine yettiği, okullarda yerli malı haftalarının kutlandığı, giysilerimizi kardeşlerimizle paylaştığımız, tüketim çılgınlığının yaşanmadığı, mutlu yıllarmış.

      Henüz televizyon ve bilgisayar ile tanışılmamış.İlkokulda çocuk klasiklerini, lisede dünya edebiyatının tüm eserlerini, gazetelerin köşe yazılarının okunup tartışıldığı dönemlerden bahsediyorum.
   
Hepimiz aynı bez ayakkabılarla spor yapar, markalarla sınıfları doldurmazdık o yıllarda. Annemizin diktiği formaları giyip okulumuza giderdik.

      Annem bir gün ablama;
 ''Biliyor musun Nur, bazı arkadaşlarımın arabası, bazı arkadaşlarımın çamaşır makinesi ya da yardımcıları var. Hiç birini kıskanmıyorum da, bir arkadaşım kızım öğretmen ya da doktor oldu deyince içim titriyor.'' demiş.
      ''Benim kızlarımın çeyizleri diplomaları olacak'' dermiş.


 Canım annem biz hepimiz okuduk, çok da başarılı olduk.
Huzurlu uyu...